
Türk Edebiyat’ında köleliğe dikkat çeken ve romantizm-realizm köprüsünü kuran eserdir. Dilber ufak yaşta Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul’a tutsak olarak getirilir. Burada zenginlere cariye olarak satılmaktadır. Hacı Ömer Efendi onu kırk liraya Mustafa Efendi’ye satar. Satılmış olduğu konağın hanımı Dilber’e oldukça eziyet eder. Bu yüzden evden kaçan Dilber arkadaşı Lütfiye’nin evine sığınır.
Lütfiye’nin anası durumu öğrenince Dilber’i eski sahibine teslim eder. Bir süre sonrasında Mustafa Efendi’nin Erzurum’a belirleme edilmesi üstüne Dilber de başka bir esirciye satılır. Dilber’i satın alan esircinin evinde büsbütün başka bir yaşam adım atar: Dilber, ud çalmayı, şarkı söylemeyi öğrenir. Birkaç yıl devam eden bu maddi rahatlık içinde Dilber büyümüş, güzelleşmiş ve kıymeti de artmıştır. Esirci Diber’i Zehra Hanım’ın konağına satar. Zehra Hanım, Dilber’in oğlu Celal Bey için iyi bir meşgale olacağını düşünür. Dilber, konakta maddi rahatın en iyisini bulur. Terbiyesi’ne devam ederler; hatta Fransızca bile öğrenmeye adım atar. Hanımefendinin oğlu Celal Bey, Avrupa görmüş ressamdır. Kızdan hoşlanılmış olduğu ve de onun esiri olduğundan sık sık çeşitli giysilere sokarak ustasından öğrendiği şekilde tasvirlerini hayata geçirmeye adım atar.
Tüm bunlar kıza zulüm şeklinde gelir, dayanamayıp ağlamaya adım atar. Celal Bey Dilber’le evlenmek ister, sadece işin içine aile bağları girer. Bunun farkına varan anası Dilber’i esirciye sattırır. Celal bunu duyduğu vakit yataklara düşer ve tekrar kendine gelemez. Ayrıca Dilber Mısırlı bir tüccarla yaşamaya adım atmıştır. Haremağası Cevher Ağa da Dilber’i kızı şeklinde sevmiştir ve İstanbul’a göndermeyi istemektedir. Dilber’i kaçırmak için dışarıdan merdiven dayayarak Dilber’i indirir, fakat kendisi yaşlanmış olduğundan ve heyecanın da etkisiyle düşer ve ölür. Ne yapacağını şaşıran tutsak kız, umarsızlık içinde kendisini Nil nehrine atar ve hayatına son verir.