
Yatağı hazırlandı, gömleği geçirildi sırtına. Ya Yusuf’un göleği gibi yırtıktı, ya da her an batan bir dikenli teldi sırtındaki. O da bilmiyordu. Çünkü uykudaydı. Uyanmayı bekliyordu. Denilmişti ki: “Beklerken bütün sonlara hazır ol…”
Gökten süratle yere düşüyordu. İçine hava doluyor, yüreğini havalandırıyordu. Müthiş bir hızla yere çakıldı. Toz, duman, biraz da acı ama hoşuna gitmişti hani.
Tuhaf memleketti. Kendi memleketine benzetti bir an, anladı ki farklı bir havayı soluyordu. Kendisine verilen bembeyaz sandığı daha kolay taşınabilir ve yine beyaz bir sandıkla değiştirdi. Çok mühimdi o, kaybetmemeliydi sandığını. Çünkü herşey o sandığıydı. Onu yitirirse kendini de yitirmekten korkuyordu.
Geceydi, iyice heyecanlandı. Karanlığı hiç bu kadar yoğun yaşamamıştı; gökyüzünde hiç ışık yoktu. Bulutlar kapatmıştı herhalde ayı, yıldızları. Sessizlik bu kadar keskinini daha önce hiç görmemişti. Bir sis gibi çökmüştü çığlıkların üzerine. Bu mekanın hareketsiz kocaman vücudunu irkiltecek ne bir kedi sesi ne de saat sesi vardı.
Ağaçlar titriyor, çiçekler kabus görüyordu. Sokakta tek bir köpek, havada tek bir kuş yoktu. Her yerde binalar vardı ama pencerelerden ışık sızmıyordu.
Şehir siyahtı…
İlk kez ellerindeki çöpü göstermeye korkuyordu, batmak üzere olan gemiden filikaya geçmek için çöp seçen tayfalar. İskele tarafında ses çıkarmadan denize bakıp ağır ağır nefesleri tükenmek üzereymişçesine soluk alıp veriyorlardı.
İlk kez bir arabaya bindiği an korktu insanlardan. Çalmıştı, ilk kez memurluk hayatında görevini yapmaktan korkuyordu eli silahında duran polis. Her yer polis doluydu ama bu kalabalık onun korkmasına engel olamıyordu.
Uzakta bir mezarlık gördü. İçi geceden daha karanlık bir kederle doldu. O mezarlığa gideceği günü düşündü. Yüzü düştü. Eflatun giysili bir çocuk ıslık çalarak, neşeyle mezarın yanından geçip ona geldi.
Sordu: “Oradan nasıl böyle geçebiliyorsun?”
Dedi: “Herkes suya kandı, balıktan başka…”
Ses geldi:”Solucana kananın
Yoktur hakkı
Suya kanmaya!”
Sımsıkı kavradı sandığını. Yürüdü. Acılarını, sevinçlerini bütün duygularını yatay bir çizginin temsil edeceği vakti düşündü. Unutmaya çalıştı, çocuğun ıslığıyla yıkadı hüznünü.
Ve İnsan Uyandı!
Hemen sandığına baktı. Bembeyaz değildi artık! Karaydı, kapkara! Baktı, gördü ve anladı; SANDIĞI GİBİ DEĞİLDİ!
Göklere uzattı elini, döküldü taşlar avucuna, birer kar parçası gibi. Yandı, medet diledi. Ne deniz verdi suyunu ne rüzgar serinliğini. Kızıllığa boyandı o gece karanlık olan şehir.
Şehir kızıldı…
Birden yıkıldı görüntüler, çoğaldı çığlıklar suskun hayat başlasın diye. Çığlıklara karıştı kedi sesleri. Ve bunları bastırmak için ilk kez akrep ve yelkovan görülmemiş bir hızla döndüler. Öyle hızlandılar ki beyninde duran zaman savruldu dağ başlarına…
Gökten yere düşerken içini serinletsin diye yağmur olmadan alıp cebine koyduğu bulut parçası, içindeki ateşi söndürmeyi kenara koyup, dolu tanelerini kafasına fırlatıyordu.
Ağaçlar iyileşti, çiçekler kabuslarından uyandı. Tüm evler kızılla aydınlandı. Herkes sanki saklambaç oyununda sobelemek istermişçesine yerlerinden çıkıp koşmaya başladılar.
Adamlardan biri sonunda çöpü ortaya atıverdi. Nafile! Filika delikti! Hırsızın yüzü birden kızıla boyandı. İlk kez korkmuyordu ölümden. Çünkü o manzaradan kurtulmak için ölüm tek çareydi. Polis, ilk kez onca polisin içinde görevini yapan tek memur olmuştu. Hırsızın yüzü kırmızıya boyandı. Ve kızıllık polisteydi. vivasex
Her şey, her kızıla boyanıyordu. Anne oğlunu, kağıt kalemi tanımıyordu. Herkes olup biteni yalnızca kendisinin gördüğünü zannediyordu. Ama yalnızca “biri” görüyordu.
Sırlı gözlerinin perileri uçtu göklere, geldiği yere. Ecel süzüldü yüzüne. Salındı kırık dal misali kolları iki yana. Koltuğunun altındaki sandığa baktı. Dedi; KEŞKE SANDIĞIM GİBİ OLSAYDI! Görmedi onun gördüğünü başkası. Kimse duymadı ne sızısını ne de eyvahını. Yatay çizgiyle belirginleştirilmişti şafaklar. Kitabını hatırladı. Kendisi hariç her şey ona uygun seyretmişti. Aslında sevmişti gökten düştüğü yeri. Ama durumunu sevmeyen vardı. Anladı ki, bulunduğu durumun farkında olmamak, her durumdan daha kötüydü. Elini nabzına götürdü.
Ve kendi de kızıla boyandı!..
M.Taha BAŞARAN (19 Mayıs Üniversitesi)